Berlin Film Festivali: Yarışma filmlerine bir bakış
Ahmet Boyacıoğlu
Makoto Shinkai’nin yönettiği “Suzume”, 2002 yılından bu yana ana yarışmaya seçilen ilk animasyon filmi. Geçen yıl Japonya’da gösterime giren ve büyük bir ticari başarı elde eden sinema, 2011 yılında Japonya’da meydana gelen deprem ve tsunamiden ilham aldı. .Sinemanın ana karakterleri bir kız öğrenci, üç ayaklı bir sandalye ve konuşan bir kedidir. Genç kız, üç ayaklı bir sandalye ile büyük bir solucanın çıktığı kapıları kapatarak sarsıntıları engellemeye çalışır. Üç ayaklı sandalye de aslında güzel bir genç adam. Kötü kedi onu bir sandalyeye çevirir. 118 dakikalık harika bir görsel şölen, çağdaş bir masal. Sinemanın bütçesi ne kadar, kaç kişi böyle bir sinemayı ne kadar zamanda yapmış diye merak ediyor insan ister istemez. Kesinlikle izlenmeli
Festivalin sonuna yaklaşırken açılış sinemasıyla ilgili birkaç cümle yazayım. Berlin ve Cannes gibi büyük festivallerde sinema açma tercihi her zaman problemlidir. Öncelikle ünlü isimlerin oynadığı bir sinema olmalı. Ayrıca sinemanın yapımcısı ve yönetmeni yarışmasız gösterimi kabul etmeye ikna edilmeli ve açılış törenine sinema yıldızları da katılmalıdır. Ayrıca seyircinin sinemayı sevmesi gerekiyor ki bu biraz zor. Rebecca Miller’ın “She Came to Me” (she She Came to Me) filmi romantik komedi tadında izleyiciye sunuldu. Anlamakta zorlandığım bir terim. Hem romantik hem de komik. Nasıl olur? Seyircinin neye gülüp neye gülmediği ayrı bir konu. Berlin’deki basın gösterimlerinde gülümsemekte zorlandığımız sahnelere herkes gülüyor. Sanırım Türkiye’de gülmeyi yavaş yavaş unutuyoruz.
Her neyse, sinemamıza geri dönelim. “O Kadın Bana Geldi”, bir şekilde New York’tan gelen insanların görüntüleri olarak tanımlanabilir. Son operası başarısız olduğu için depresyona giren besteci (Peter Dinklage), kilise takıntılı bir psikoterapist (Anne Hathaway) ile evlidir. Komik olan Anne Hathaway’in 1.73 cm ve Peter Dinklage’nin 1.35 cm boyunda olması. (Dikkatimi çekti, Peter Dinklage Ercan Kesal’a benziyor) Çiftin, hanımın ilk eşinden de 18 yaşında bir oğulları var. Sinemada bir ailemiz daha var. Mahkeme katibi olarak çalışan ırkçı bir adam, eşi ve 16 yaşındaki kızı. Birinci ailenin oğlu ile ikinci ailenin kızı birbirlerine âşık olunca olaylar başlar. Ve bardan aldığı adamları teknesine atan römorkör kaptanı hanım ekibe eklenir. Bu hanıma bağlı olarak bir operanın kompozisyonu ile ilgili bir hikaye var ama detaylarını yazmayacağım, hem çok romantik hem de çok vahşi. İnsan her sinemadan bir şeyler öğrenir. Bu filmde Amerika’nın bazı eyaletlerinde kız çocuklarının 16 hatta 14 yaşında evlenmelerinin yasal olduğunu öğrendim. Eyalet isimlerini yazmayacağım çünkü evlilik türleri Türkiye’den başlayabilir. Sebep ben değilim(!). Ne de olsa, “O Kadın Bana Geldi”, güzelce oynanan ama oldukça saçma bir senaryosu olan, sabun köpüğü ve patlamış mısırın ortasında gidip gelen bir filmdir. Filmin sonunda psikoterapistin mesleğini bırakıp rahibe olduğunu da yazayım, bu konu kapanacaktır.
Yarışmaya 2020 yılında bir önceki filmi “Undine” ile katılan Christian Petzold, bu yıl “Red Sky” (Roter Himmel) ile Berlin’e dönüyor. Bu ‘Berlin’e geri dönmek’ benimle ilgili değil, burada çok sık duyduğumuz bir tabir. Festival programı için seçilen birçok sinema için kullanılmaktadır. Festivale seçildikten sonra ikinci veya üçüncü sinemayla festivale katılmak çok doğal. Biraz devremülk hakkında. “Kızıl Gökyüzü”, Almanya’nın kuzeyindeki bir sahil kasabasında beş kişinin ortasında geçen bir filmdir. Açıkçası ilk 80 dakikada oldukça sıkıldığımı söyleyebilirim. Ama sonra senaryo öyle bir yere gitti ki film bittiğinde herkes koltuğuna oturdu. Yanımda Alin Taşçıyan oturuyordu. “Bu güzel finali izlemek için 80 dakika beklemek zorunda mı kaldık?” Diye sordum. Kim bilir, Alin çok hazır bir cevaptır. “Tatlı almak için yemeği bitirmelisin” dedi.